Meltem Ataş

Arada Bir Gerçek Yüzünüzü Kullanın Yoksa Unutulup Gideceksiniz

Meltem Ataş

“Göründükleri gibi olmalıdır insanlar. Eğer değillerse hiç görünmeseler daha iyi.”

         Dinimizde münafıklık alameti olarak ta görülen iki yüzlülük, ne yazık ki çağımızın en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. Toplumumuzdan başlayarak, yakın çevremizde dahi bu kötü özelliklere sahip insanlara maruz bırakılıyoruz. Hiç beklemediğimiz insanların bu davranışları zaman zaman bizi ters köşe yapmaya yetiyor. Sonra kafamızda oluşan o inanılmaz sorular , med cezirler ve yaşadığımız hayal kırıklıklarından bahsetmiyorum bile…

      Zamanla insanların bu tutarsız davranışları öyle bir hale geliyor ki; konuştuğu ile düşündüğü birbirinden farklı; sözleri ve eylemleri arasında hiçbir yakın ilişki bulunmayan, çatışmanın davranışlarda zirve yaptığı bir toplum halinegeliyoruz.

Peygamber Efendimiz

nifak yani iki yüzlülük için “Batın ile Zahirin muhalefet içinde olmasıdır” buyuruyor. Aslında olayın özeti tamda burada şekillenmiş, öyle değil mi?

    Toplumumuzda ne yazık ki insanlar insani özelliklerini kaybetmeye başlayınca bu beraberliğinde riyakarlığı doğurdu. Menfaat, para hırsı, makam hırsı, zamanın insanlardan çaldıkları, çağdaşlık, modernleşme, entelektüellik ve kariyer merakı bir süre sonra insanların insani özelliklerini yok eden hain bir el gibi yakamıza yapıştı. Ve ne yazık ki bunun bir adım ötesinde insan karakteri; kör, sağır, dilsiz ve ıssızlaşmaya başladı. İnsanlar vicdan muhasebesinden yoksunlaşınca, bu olaylara paralel olarak “güvensizlik” kavramı ortaya çıktı.

    Güvensiz birey, güvensiz aile, güvensiz toplum. İnsanların ego tatminleri uğruna insan onurunu ayaklar altına alan bir dünya ile baş başa bırakıldık. Tabiri caizse insan insanın kurdu olurken birbirlerinin hayatlarını yavaş yavaş kemirircesine yok etmeye başladılar. Sorunlu gençler, sorunlu çocuklar, anlaşamayan eşler, anlaşamayan arkadaşlar birbirinin sırtına basarak yükselmeye çalışan insanlar ile toplumsal çöküş boy göstermeye başladı. Karşımdakine daha fazla nasıl zarar verebilirim, etrafımdakileri nasıl huzursuz edebilirim hesapları yapılırken; başarılar kıskanılmaya, yapılan iyiliklerin altında hep bir soru işareti aranmaya, çalışma azmi ile yola düşenlerin şevkleri kırılmaya çalışıldı. Öyle ki hoşgörü, doğruluk, merhamet kavramlarını birer birer hayatımızdan uğurlamaya başladık. O nedenledir ki; güvensiz toplumlar ve aileler riyakar insanların eseridir. 

      Kendini olduğundan farklı göstermeye çalışanlar, yaşadıkları hayata ters düştü. Oturdukları yerden yargı dağıtanlar, iş karşısındakini anlamaya gelince yargısız infaz yaptı. İçimizde hep bir yarışma isteği, hep karşısındakinin sırtını yere getirme merakı oldu. Kimse kimseyi anlamaya çalışmadı. Haksızlık etmekten korkmadı. Yaşamadığı hayatı sergilemekten utanmadı. Başka insanların hayatına yara bandı olmak yerine, kapanmaz yaralar açtı. İnsanların ruhunda depremler yaratırken hiç utanmadı ve rahatsızlık duymadı. Ama bir gün sıranın kendisine geleceğinden habersizdi…

       Bizi bu hastalıktan kurtaracak yegane güç, inancımızın devreye girmesidir. Çünkü din hayatımızın sadece bir alanında değil, tümünde yer almalıdır. Biz biliyoruz ki riyakarlık zamanla yerini kişilik bozukluklarına bırakır. Ve bir adım ötesinde kimliğimizi kaybetme tehlikesiyle baş başa kalırız. 

    Rabbim tüm insanları özü ile sözü bir olanlardan eylesin. Bizi farklılıklardan sakındırsın ki hayata karşı hep bir onurlu duruş sergileyebilelim. Hani ne güzel söylemdir; iki yüzlülük çift tarafı kesen bir kılıca benzer. Bir tarafı aldattığı insanı keserken, diğer tarafı da sahibini keser.

                          VESSELLAM…

Yazarın Diğer Yazıları